Kayıtlar

Kayıp Hislerim...

  Yorgun ve tempolu geçen günlerin sonunda nihayet kendimi yazarken bulabildim. Uzun zamandır kelimelerle bu kadar içten buluşmamıştım. Aslında bugün beni yazmaya iten şey, bir arkadaşımla yaptığım kısa ama derin bir sohbet oldu. Sohbet sırasında ona “Nasıl ağlayabiliyorsun?” diye sordum. Soruma şaşırdı. “Nasıl yani, sen ağlamıyor musun?” dedi. O an bir sessizlik çöktü üzerime. Düşündüm… Gerçekten de, ne zamandır ağlamadığımı hatırlamıyordum. En son ne için ağladığımı, hangi duygunun beni o noktaya getirdiğini hatırlamaya çalıştım ama cevabını bulamadım. O kadar uzun zamandır bazı hisleri içimde yaşamaya, belli etmemeye çalışmışım ki… galiba artık o hisleri de kaybetmişim. Kendimi korumak için ördüğüm duvarlar, fark etmeden beni kendi içime hapsetmiş. Ağlamak, derin derin düşünmek, içini dökmek… bunların hepsi bir zamanlar bana çok tanıdık duygulardı. Şimdi ise yabancı gibiler. Üzüldüğüm anlar olmuyor mu? Elbette oluyor. Ama artık tepki veremiyorum. Acıya gülmek dedikleri hâl v...

Bursa’da Beş Günlük Bir Kamp Serüveni

Resim
  Bir haftalık Bursa tatilinden sonra yeniden merhaba! 🌿 Aslında bu tatil bambaşka bir serüvenle başladı. Arkadaşım bir gün bana GSB’nin düzenlemiş olduğu bir kamp başvurusunu gönderdi: “Hadi beraber başvuralım!” dedi. Hiç düşünmeden ikimiz de başvurduk. GSB ve TİKA iş birliğiyle düzenlenen bu kampa katılma hakkını ben kazandım, ama maalesef arkadaşım kazanamadı. Açıkçası neye göre seçim yapıldığını hâlâ bilmiyorum. 📌 Kamp tarihi 1-5 Eylül’dü. Üstelik tüm masraflar GSB tarafından karşılanacaktı. Yolculuğum 31 Ağustos gecesi başladı. Uzun yolculukları g erçekten çok seviyorum. Camdan dışarı baktığımda gördüğüm sadece bir sokak lambası ya da araba farı değildi. Hayallerim, geçmişim, hatalarım, pişmanlıklarım, kazandıklarım ve kaybettiklerimdi… Gece 1’de başlayan bu düşüncelerim sabah 5’e kadar sürdü. Sonra bir ara uyumuşum ve gözlerimi açtığımda artık Bursa’daydım. İlk Karşılaşmalar Hiç kimseyi tanımadan gittiğim bu kamp bana daha ilk dakikalarda sürpriz yaptı. Otogarda tanışt...

Hepimiz Biraz Vaka Değil Miyiz?

Resim
  Bazen öyle kitaplar vardır ki, kapağını açtığınız anda “Acaba ben de bir vaka mıyım?” diye düşünmeye başlarsınız. İşte Gary Small ve Gigi Vorgan’ın yazdığı Bir Psikiyatristin Gizli Defteri tam da böyle bir kitap. Normalde başkasının sırlarını okumak ayıp sayılır ama bu kitapta doktorun izniyle hastaların en sıra dışı, en garip, en “yok artık!” dedirtecek hikâyelerine göz atıyorsunuz. Kitap, ciddi bir psikiyatri dersi vermiyor; daha çok “akıl sağlığı nedir, nerede başlar nerede biter?” sorusunu akıcı bir dille düşündürüyor. Ama işin komik yanı şu: Okurken kendinizden parçalar buluyorsunuz. Mesela bir vaka obsesif bir şekilde her şeyi kontrol etme takıntısından bahsediyor. Ben de bir yandan kitabı okurken “Ojelerim kurudu mu, acaba sürdüğümde taşmış mı?” diye her sayfada tırnaklarıma bakıyorum. İşte tam bir vaka örneği! Kitabın en güzel yanı, psikiyatrinin soğuk laboratuvar havasını değil, hayatın içinden hikâyeleri anlatması. Hani hepimiz günlük hayatta “Ben deli miyim acaba?”...

Sıradan Bir Günde Sıradışı Düşünceler

 Bugün, sıradan bir günün içinde sıradışı bir düşünceye takıldım. Hayal kurarken bile ne kadar sınırlı düşündüğümüzü fark ettim. İnsan zihni aslında sonsuz ihtimali barındırıyorken, biz hayallerimizi küçücük kutulara sığdırıyoruz. Çevremiz, geçmiş deneyimlerimiz, yaşadıklarımız... Hepsi hayallerimizin sınırlarını belirleyen görünmez duvarlar haline geliyor. Oysa insan hayallerinde özgür olmayacaksa ne zaman özgür hissedecek ki? Belki de hayal kurmak, evrene mesaj göndermenin en saf hâlidir; insan neyin hayalini kurarsa sanki evren onu gerçekleştirmek için zamanını kolluyor.  Bazen sadece doğru zaman, doğru insan, doğru yer ve doğru fırsat bekleniyor gibi geliyor bana. Belki de bu yüzden hayal kurmak bana gökyüzünü hatırlatıyor. Çünkü gökyüzüne bakarken kendimi evimde gibi hissediyorum; uçsuz bucaksız, hiçbir sınıra sığmayan bir ev. Küçükken yıldızları izlerken göz yanılsamalarını yıldız kayması sanır, hemen dilek dilerdim. Hatta kendimce gözümün gördüğü en büyük yıldızı seçer,...

Hayatın İçinden Birkaç Parça :)

Resim
 Uzun ve yorucu bir iş temposunun ardından, nihayet bilgisayarımın başına geçip sana yazabiliyorum. Nereden başlamalıyım diye düşündüm, galiba önce beni en mutlu eden anlardan başlamak en güzeli olacak. Kardeşimle küçük bir kaçamak yaparak kendimizi İzmir yollarında bulduk. On saat süren uzun bir otobüs yolculuğunun ardından, nihayet nefes aldığım şehre ayak basabildim. “Nefes aldım” derken, bunu elbette manevi anlamda söylüyorum; çünkü İzmir’in sıcağı ve nemi yüzünden fiziksel anlamda nefes almak pek de kolay değildi . 😊 İlk gün kardeşimle konaklayacağımız yeri bulduktan sonra rotamızı Şirince’ye çevirdik. Şaraplarıyla ünlü bu yerde, farklı tatları denedik. Ankara’da sokakta patates-soğan satılır gibi şarap satıldığını görmeye alışık olmadığımız için bana oldukça ilginç gelmişti. Üstelik fiyatlar da düşündüğümden çok daha uygundu. Gittiğimiz her dükkânda ise mutlaka büyük bir Atatürk posteri veya sözü vardı. O kadar hoşuma gitti ki içimden “Keşke Ankara’da da aynı şekilde olsa”...

Çıktık Yine Yollara :)

 Dolu doluu geldimm sanaa Bu hayatı bu aralar ne kadar dolu dolu yaşıyorum böyle bende şaşırır oldum kendime :) Dünden önceki  gün kırıkkaleye arkadaşımın yanına gittim dolu bir gün geçirdikten sonra bugün apar topar Ankara’ya dönüp İzmir’e gidiyoruumm 😍 Bekleee İzmiiirr benn gellliiiyoooruummm Kardeşimle güzel bir tatil yapmaya tekrar geliyoruuumm 😇❤️ Evin yolunu unutmuşuz  annem öyle diyor  Esmerleştim iyice yandııımm yandııımm Bacaklarım kollarım renk değiştirdi 🤣 Neyse neysee  detaylar gelincee :))

İzmir Rüyası ve Bir Doğum Günü Hatırası

Resim
Doğum günümden beri bu sayfayı açıp uzun uzun yazamadım. İş temposu, tatil derken nasıl bugüne geldik hiç anlamadım. Uzun zamandır içimde bir İzmir sevdası vardı. Ama bir türlü gitmek nasip olmamıştı. Derken doğum günümde, arkadaşımla birlikte bir tur ayarladık ve sonunda yollara düştük. İlk gün; Denizli, Pamukkale Travertenleri, Hierapolis Antik Kenti, Salda Gölü ve Lavanta Bahçeleri derken, dolu dolu geçen harika bir gün yaşadık. Her şeyden, herkesten uzaklaşmak o kadar iyi geldi ki… Herkesi geride bırakmaya ne kadar ihtiyacım olduğunu orada fark ettim. Hiçbir şey düşünmemek, sadece gülmek, sadece “o anın” tadını çıkarmak... Meğer ne büyük bir lüksmüş. Günün sonunda yorgunluktan bitap düşmüş bir halde Denizli’deki otelimize yerleştik. Otelin en güzel yanı mı? Tabii ki klima! Allah’ım, nasıl bir nimettir o... Söküp eve götüresim geldi. Duş alıp yemek yedikten sonra sabaha kadar deliksiz bir uyku çektim. Ertesi sabah hazırlanıp kahvaltımızı yaptık, tekrar yollara düştük. Ama hâlâ uyku...