Issız Bir Karar ...


Selaaammm,
Ben geldim yine.

Tarçınlı kek tarifini vermeden çekip giden, çok sevdiği kızı hiçbir açıklama yapmadan ortada bırakan o Alper’i konuşmaya geldim.
Hani şu meşhur "Issız Ada" filmindeki Alper.
Hatırladınız mı?

Hani herkesin “Bu kız bırakılır mı be?” diye ekran başında sinirlendiği, içinden küfrettiği, dışından da “Ukala, aşağılık herif” diye saydırdığı adam.

Ben de onlardan biriydim.
Alper’e kızdım.
Hem de çok.
Çünkü seviyordu, bu çok belliydi.
Peki seviyorsan neden gidersin?
Sevgi karşılıksız mı kalırdı?
Yarım bırakılır mıydı?
Neden sevdiğini en derin yerinden yaralarsın?

Ama işte...

Taaa kii...

Taaa ki kendim de ona benzeyene kadar.
Taaa ki içimde, sadece bana ait bir bahçe kurana kadar.
Taaa ki bağlanmaktan korkmanın, birini çok sevip o sevgiyi taşıyamamanın ne demek olduğunu anlayana kadar...
O bağın bazen insanı nasıl da boğduğunu, nasıl da yavaşça kendi içine kapattığını hissedene kadar.

Bir zamanlar Alper'e kızıyordum.
Şimdi...
Ben de bir Alper oldum.


Artık kendi sessizliğimi sever oldum.
İnsanlardan değil, fazlalıklardan uzaklaştım.
Kurduğum bahçeye herkesi almadım.
Orada ne geçmişin dikenleri var, ne de geleceğin belirsiz fırtınaları.
Sadece kendi ellerimle ektiğim çiçekler var.
Sadece sevdiklerim, sadece güvende hissettiklerim…

Sevgiye inancım eksilmedi ama şekli değişti.
Artık sevmek için sahip olmayı değil, özgür bırakmayı seçiyorum.
Ama işte bazen…
Sevgi de yetersiz kalıyor.
Bazen sevmek yetmiyor.
Ve bazen, gerçekten çok sevdiğin halde gidiyorsun.
Tıpkı Alper gibi.


İleride bir gün ben de, Alper gibi pişman olur muyum bilemiyorum.
Bir gün, aynaya bakıp da onun Ada’ya söylediği o sözleri kendi kendime fısıldar mıyım, kim bilir?

"Seni hiç unutmadım.
Hiç böyle olacağını düşünmemiştim.
Bir daha sen olmayacaktın.
Ama hayat, benimle alay etmeye devam etti.
Karşıma hep sana benzeyen yüzler,kokuna benzeyen kadınlar çıkardı.
Ama hiçbiri sen olmadı."

Belki bir gün, kendi iç sesimde aynısını söylerim.
Belki de bu sessizliğin ortasında, bir gün biri o bahçeye dokunur.
Zarar vermeden, koparmadan, sadece yanımda yürümek için içeri girer.

O güne kadar...
Ben içimdeki Alper’le yaşamayı öğreniyorum.
Ve onu artık yargılamıyorum.
Çünkü onunla empati kuracak kadar, ona dönüşecek kadar çok şey yaşadım.

Belki de en büyük yüzleşme, bir zamanlar nefret ettiğin şeye dönüşmektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Pazar Sabahı Hayallerin Peşinde

Kahveyle başlayan, umutla biten :)

Geçmişe özlem, geleceğe hasret…