Ben Geldim!
Uzun ve yorucu bir haftanın ardından nihayet bilgisayarımın başına oturabildim. Cümlelerime “Ben o aydınlık günleri görürüm inşallah” diyerek başlamak istiyorum—her ne kadar bu yazının doğrudan konusu olmasa da, içimde bu dileğin yankısını sizlerle paylaşmak istedim.
Bu yoğun haftayı geride bırakırken, kendime ayırdığım bir pazar gününde, içerik üretmek ve yazmak istedim. Konuyu ise, bir otobüs yolculuğu sırasında, camdan dışarıya bakarken düşündüm:
Gerçek mutluluk diye bir şey var mı?
Otobüs yolculukları bana hep bir tür içe dönüş gibi gelir. Dış dünyadan kopmadan ama kendi iç sesimi de daha net duyabildiğim anlar… İşte o anlardan birinde aklıma şu soru düştü: Gerçek mutluluk diye bir şey var mı?
Mutluluğun tanımı kişiden kişiye değişiyor. Kimimiz için sevdiklerimizin sağlığı, kimimiz için başardığımız bir hedef ya da sadece güneşli bir sabah… Ama işin ilginci, o mutluluğu ne zaman yakaladığımızı çoğu zaman fark edemiyoruz.
Fransız filozof Albert Camus, mutluluğa dair şöyle der:
“Gerçek mutluluk, bir insanın düşündükleriyle söyledikleri ve yaptıkları arasında tam bir uyum olmasıdır.”
Yani belki de mutluluk, dış koşulların değil; içsel bütünlüğün bir sonucudur. Kendiyle çelişmeyen, kendi içinde tutarlı bir yaşam sürebilen insanlar, en sade hâlleriyle bile mutlu olabilirler.
Ancak çağımızda mutluluk çoğu zaman “bir hedef” gibi sunuluyor. Sanki ulaşılacak bir zirve, ele geçirilecek bir ganimet…
Otobüs yolculuklarında dışarıyı izleyip dalmak, insanın iç sesini daha net duyabildiği nadir anlardandır gerçekten. Ben de özellikle uzun yolculuklarda hayata, kendime ve zamanın geçişine dair çok düşünüyorum.
YanıtlaSilMutluluk kavramını çoğu zaman bir “sonuç” gibi görmeye zorlanıyoruz, belki de en derin mutluluk, insanın kendine yalan söylemediği anlarda gizli.