Yaraya Dönene Veda

 Çok uzun zamandır olmam gereken yolda ilerliyorum. Her şey yavaş yavaş iyiye gidiyor sanki. Sırtımdaki taşlardan birer birer kurtuluyorum, içimde hafifleyen bir şeyler var. Tam “şimdi oluyor” derken, bundan sadece üç gün önce, hayatımda bir zamanlar her şeyden, herkesten çok sevdiğim, uğruna gözyaşı döktüğüm, günlerce bir sesini duymak için çabaladığım… Hatta bir kere görebilmek için kilometrelerce yolu göze aldığım, ama sonunda içimde derin bir yara olarak kalan kişi, bir mesaj attı:

"Cansu, seni çok özledim."

Olduğum yerde duraksadım. Hayat beni o an bulunduğum yerden aldı, sürükleyip 8 Aralık 2018’e, onu tanıdığım güne götürdü. O mesajla dakikalarca bakıştım. Tepki veremedim. Ne hissedeceğimi bilemedim. Zaman durdu, kalbim sıkıştı, zihnim binbir parçaya bölündü. Saatlerce sustum. Ama sonra... sonra içimde sevgi değil, kızgınlık yükselmeye başladı.

Kendime sordum: "Bu kadar zaman sonra, neden?"

Neden lan, neden?
O kadar çok geldim ki sana. Her şeyi, herkesi geride bırakıp sadece “sen ol” diye nelerimi feda ederdim. Uğruna lan... Ben seni ne kadar çok sevdim, biliyor musun sen? Sen yokken bile, yokluğuna ihanet ederim diye hayatıma kimseyi alamadım. Kimseyi senin kadar sevemedim, kimseye sana baktığım gibi bakamadım.

Ben bunları yaşarken sen yoktun.
Şimdi ne yüzle “Cansu seni özledim” diyebiliyorsun?

Haykırmak istedim, içimi parçalarcasına bağırmak istedim. Ama hiçbirini yapmadım. Sadece tek kelime yazdım:
“Neden?”

Ardından saatlerce gelmeyen bir mesaj ve Cansu'nun derin düşünceleri başladı. Balkonda uzun uzun düşünme seanslarım. Gece artık çok geç bir saat olmuştu, uykusuzluk üzerime çökmüştü. Sabah işe gidecektim. Gittim, yattım, ama uyuyamıyordum. Sonra birdenbire o ezbere bildiğim numara çaldı. Aylar sonra beni arıyordu. Sakin kalmaya çalıştım, açtım telefonu.

Yaklaşık bir iki saat süren konuşma...
Ve bu uzun konuşmanın özeti neydi biliyor musunuz?
Koca bir hiç.

Sona gelemeyen cümleler, yarım kalmış kelimeler, sessiz haykırışlarımız, kapanamayan bir kapı.

Ertesi gün konuşma sürdü ama artık bu kez mantığım haykırıyordu bana:
“Cansu, sakın yapma. Sakın o kuyuya tekrar düşme.”

İki gün boyunca düşündüm. Sessizliğin içinde kendi iç sesimi dinledim. Ve hayatımda ilk kez, kalbimin değil, mantığımın sesine kulak verdim.

Uzun bir mesaj yazdım. Derin bir nefes aldım. Sonra dedim ki:

“Her ne kadar hayatımda ilk defa sevmeyi seninle yaşayıp, sevmenin ne demek olduğunu seninle anlamış, sesinle hayat bulmuş, yüzünle bahçemde çiçekler açmış olsam da... Bu sefer kendime bu kötülüğü yapamayacağım. Artık mantığımla yola devam edeceğim.”

Ve sonra, içimden geçen o şarkı sözlerini yazdım:
“Dilerim ki mutlu ol sevgilim…
Ben olmasam bile, hayat gülsün sana.
Günahım boynuna...
Ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.”

Ve yollarımızı ayırdım.

O mesajdan sonra ne hissettiğimi tarif edemem. İçimde “olması gerekeni yaptım” hissi vardı ama nedense bir türlü “Oh be, zincirlerimden kurtuldum!” diyemedim. Diyemedim çünkü içimden bir ses, o köşeye oturup sadece “Keşke... Keşke böyle olmasaydı da her şey daha farklı olabilseydi.” diyordu.

Ama hayat “keşke”lerle değil, kararlarla şekilleniyor.
Ve ben bu kez, gerçekten kendim için bir karar verdim.

Peki ya sen?
Bir gün o an gelirse…
Kalbini mi dinlersin, yoksa mantığını mı?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Pazar Sabahı Hayallerin Peşinde

Kahveyle başlayan, umutla biten :)

Geçmişe özlem, geleceğe hasret…