Kayıtlar

Mayıs, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Tesadüf, Bir Cümle, Bir Perde

 Bugün garip bir çocukla tanıştım. O yüzden bunu buraya koşup not etmek istedim. Hayatımda gördüğüm en farklı kişiliğe sahip biriyle karşılaştım. Her şey bir sınav sonrası, tamamen tesadüfen başladı. Oturup konuşma imkanı doğdu. Bu konuşma fırsatında tabii ki her zamanki gibi maskemi taktım: Dik durdum, güldüm, sohbet ettim. Konuşmada fire vermeden ilerledim. O da aynı şekildeydi... En azından ben öyle sanıyordum. Her zaman yaptığımı yapıyordum: Gül, sohbet et, enerji dolu gibi görün ve güçlü dur. Ta ki o cümleyi duyana kadar: “Cansu, gülüşlerinde bir kırgınlık var, farkında mısın?” İlk anda yıkılmadım. Yine gülerek, “Hiç de bile, nereden çıkarıyorsun bunu?” dedim. Ama o kararlılıkla devam etti: “Belli etmemeye çalışsan da, bu çok belli.” Şaşırdım. Daha önce kimse bana bunu söylemedi. Daha önce ben anlatmadan kimse, benim gülüşümden bir anlam çıkarmamıştı. Sonra devam etti: “Cansu, çok masumsun. Ve bir o kadar da deli dolusun. Canını hiçbir şey için sıkma.” Bu adam bunları nereden ...

Anlatamadıklarımın Satırları

  İçimde susmayan, kelimelerin bile yetmediği bir ağlama hissi var. Gökyüzünü izlediğim, uykunun gelmediği, kendimi yazarak iyi hissetmeye çalıştığım uzun bir geceden yazıyorum bu satırları. Ne yazacağımı dahi bilmeden yazmaya çalışıyorum, karalıyorum bir şeyler işte bu gecede. Aslında nereden başlayacağımı bilmiyorum… Sustuklarım mı daha ağır gelmeye başladı, yoksa taşıdığım yükler mi, bilemiyorum. Bunları yazarken hala gözümden süzülen yaşlar ve derin bir iç çekiş var. Kalbimin tam ortasında bastırdığım ama bir türlü dinmeyen bir sızı taşıyorum sanki. Her nefeste daha çok hissedilen, kelimelere sığmayan bir acı gibi.  İnsan bazen kalabalıklar içinde bile yapayalnız hissedebiliyor. Ve o yalnızlık öyle bir his ki; anlatmaya çalıştıkça daha da büyüyor. Bu gece başka… Her zamankinden farklı bir boşluk var içimde. Düşünceler susmuyor, geçmiş anılar kafamın içinde dönüp duruyor. Olmuşlar, olmamışlar, söylenmişler ve hep sustuklarım… Sanki her biri ayrı bir yara gibi içimde...

Sessiz Bir Çöküş

 Bugün yağmura yakalandım.  Ama sanki sadece yağmur değildi üzerime yağan. Biriktirdiğim ne varsa içimde, hepsi bir anda çöktü. Yere çöktüm . Kafamı dizlerimin üzerine koydum. Yağmurun sesini dinledim. Islanmak umrunda bile değildi. Ve ağladım. Birinin görmesini istemedim. Sonra kalktım gitmem gereken yere gittim.  Diyeceklerim bugün bu kadar iyi geceler.

Bir Kulaç Hayal, Bir Kulaç Gerçeklik

  Bugün klorlu su yuttuğum, hayalimdeki arabayla göz göze geldiğim ve annemin bana “küçük maganda” dediği günün sonunda, yorgun ama gülümseyerek yazıyorum bu satırları. Sabah erken kalkıp arkadaşımla yüzmeye gitmeye karar verdik. Uzun zamandır yüzmemiştim. Havuza ilk adım attığım an var ya... "Ne kadar özlemişim!" dedim içimden. Suya girer girmez kulaç atmayı da unutmuş gibi hissettim. Nefesim darmadağın, kaslarım sanki kilitlenmişti. Bir kulaç, iki kulaç derken toparladım ama. Nefesimi düzene soktum, kulaçlar yavaş yavaş rayına girdi. Ve tam alışmışken, başladık yarış yapmaya! 😄 Yarışı kazanacağım diye öyle bir inat ettim ki, kaç kez klorlu su yuttuğumu bilmiyorum. Şu an hâlâ boğazım sızlıyor:( O ara biraz dinlenmek istedim, dolabıma gittim, telefonuma bakayım dedim. O sırada annem aradı: — “Otonomi’ye gidiyoruz, araba bakmaya. Sen de gel.” Ben de anında: — “Tamam!” dedim. Ne de olsa araba tutkusu başka bir boyut bende artık. Beni aldılar, yola çıktık. Uzun süredir ...

Bir Göl Kenarında Bıraktığım Yükler

  Sabahın köründen en azından bana göre sabahın körü olan bir saatten günaydın! Sanırım yaşadıklarımı yazmam bazen bir günü değil, daha uzun bir zamanı anlatabiliyor. :) Dün mesela… Yüzmeye gitmek için hazırlanıyordum. Çantam hazır, enerjim tam. Son anda plan değişti, rota yüzmeden pikniğe döndü. Ne kadar bağlantılı, değil mi? :) Hahaha! Arkadaşımla plan yaptım, çantamı hazırladım, tam çıkacakken… Evimin sultanı  aradı. “Akşam biz Mavi Göl'e çay içmeye gidiyoruz, sen de gelsene,” dedi. O an o fikir beni daha çok cezbetti. Çünkü uzun zamandır dışarıya hep bir yerlere yetişmek için çıkıyordum. Sürekli bir koşturma, sürekli bir tempo… Temiz hava almak, biraz yürümek, yavaşlamak… Gerçekten iyi gelecekti. Tamam dedim. Sepeti ben hazırladım. Tabii Cansu’nun klasik unutkanlıkları da devredeydi. Çaya gidiyoruz ama şeker yok. Ben çaya şeker atmıyorum, eyvallah ama onların attığını unutmam peki :)Hahaha! Neyse ki yolda hallettik. Ateşte pişen çayın keyfi bir başka oluyor ya… Çayı pe...

Bahar Rüzgarı Değil, Polen Tokadı

 Her yıl baharın geldiğini kuş cıvıltılarından ya da tomurcuklanan ağaçlardan değil, burnumun bana verdiği sinyallerden anlıyorum. Polenlerin gizli habercisi gibi hissediyorum kendimi artık. Hani bazı insanlar baharda aşkla, enerjiyle dolar ya… İşte ben o sırada burnumla savaşıyor, gözlerimi ovuşturmaktan kırmızı panda gibi dolaşıyorum. Olur olmadık her yerde bir hapşırık, bir göz kaşıntısı, bir burun akıntısı... Adeta vücudum “bahar geldi!” diye alarm veriyor. Dışarıda yürürken bir çiçekle göz göze gelmem bile burun spreyine koşma sebebim olabilir. Ama en efsane dönem? Tabii ki pandemi zamanı. Otobüse biniyorum, üst üste üç kere hapşırıyorum, o an insanların gözlerinde gördüğüm o bakış… “Virüslü! Bu kesin corona, bir de otobüse binmiş, yazıklar olsun!” Herkes geriye çekiliyor, adeta görünmez bir çember çiziliyor etrafıma. Halbuki ben sadece “bahar alerjisi mağduruyum” demek istiyorum. Keşke alnımda bir yazı olsaydı: “Negatifim ama alerjim pozitif!” Şimdi corona bitti belki ama ...

Gururla, Minnetle, Hep Atatürk’le

Resim
Geçen hafta kelimenin tam anlamıyla hem zihinsel hem de fiziksel olarak yorucuydu. Badananın hemen ertesi günü kollarımı hissetmeden uyandım desem yeridir. Üzerine bir de sabah erken saatte girmem gereken bir sınavım vardı. O kadar yorgundum ki alarm çaldıkça erteliyor, zamanın farkına bile varamıyordum. Gözümü açtığımda sınavıma yalnızca yarım saat kalmıştı! Panikle hazırlandım ve apar topar evden çıktım. Ne yazık ki sınava 15 dakika geç kaldım. Sınav esnasında göz kapaklarım sanki kurşun gibiydi, uykumun ağırlığı altında eziliyordum. Ama sınavdan sonra biraz yürümek iyi geldi. Havanın serinliği, sokakların hareketliliği beni kendime getirdi. Şehrin her köşesi bayraklarla süslenmişti. İnsanların üzerinde bayramın, 19 Mayıs’ın coşkusu hissediliyordu. O an içimde tarifsiz bir istek doğdu: “Bugün Anıtkabir’e gitmeliyim,” dedim kendime. Bu özel günün bir parçası olmak, bu coşkunun içinde yer almak istedim. Babamı aradım. “Bugün seninle Anıtkabir’e gitmek istiyorum,” dedim. Bu, bizim ilk...

Öğretmenlikten Badanacılığa Terfi Ettim :(

 Selaaaammm! Daha 90’lar partisinin yorgunluğunu üzerimden atamadan, kendimi badana yaparken buldum. Evet evet, bildiğiniz badana ! Hani o duvar-boyama işi var ya, işte o. Ama durun, olaylar öyle hemen gelişmedi... Ev sessiz, herkes dışarıda… Tam “ohhh miss gibi, çayımı alıp ders çalışacağım” diye plan yaparken bir anda kapı çaldı. Bir açtım ki babam! Elinde boyalarla içeri girdi. Gülerek, “Hadi kızım, badana yapıcaz,” dedi. İçimden bir çığlık yükseldi ama dışarıya sadece tek bir kelime çıktı: "Peki…" O an kütüphaneye kaçma fikri aklımdan geçmedi değil. Ama saatte hayli ileriydi. Ne Ankara’nın trafiği çekilir, ne de dönüş yolu. Kaldım evde… ve boyaların kaderine teslim oldum. İlk gün babam başladı boyamaya. Ben de sözde yardım ettim. Hani olur ya, “Ben de yardım ettim” demek için fırçayı iki üç kere duvara sürersin ya, işte tam o kıvamdı katkım. Ama olay asıl ertesi gün başladı. Sabah, babam beni uyandırdı. Kahvaltıyı ettik, elime fırçayı tutuşturdu. Sanki yılların bada...

90’lar Partisi mi Dediniz? Biz Maceraya Gittik :)

Kaybedenler Kulübü’ne giderken enerjimizi de kaybettik galiba diyerek başlıyorum bu yazıya. Çünkü gerçekten... böyle bir gece yaşanmaz, yaşanırsa da yazılır. :) G’yle uzun zamandır konuşup durduğumuz o 90’lar partisine nihayet gitmeye karar verdik. Günlerce "bu hafta kesin gidiyoruz" deyip ertelemiş, sonunda "bu akşam tamamdır" diyerek büyük bir motivasyonla hazırlandık. Sözde plan basitti: 9’da çık, 12’de dön. Ama kader bizim için bambaşka bir senaryo yazmış meğer... Akşam 8’de geleceğini söyleyen arkadaşımız, zahmet edip saat 9.30’da geldi. O saate kadar biz G’yle evde tam anlamıyla “düğünlük” hazırlanmış şekilde bekliyoruz. Saç baş yapılmış, elbiseler parıl parıl… Bir noktada dedim ki “Bu çocuk gelmeyecek, otobüsle gidelim en iyisi.” Gittik durağa... tam otobüsü bekliyoruz, telefon çaldı: — “Geliyorum, bekleyin!” Yemin ederim geri dönerken içimden “Bu gece olmayacak” diye geçiriyordum. Geri döndük, o sırada saat olmuş 9.30. Oradan Kızılay’a geçtik, M’yi be...

Ankara Sabahında İstanbul Rüzgarı

Resim
Günaydııııınnnn... Bugün sabahın erken saatlerinde Ankara sokaklarında yürürken bir klarnet sesi çalındı kulağıma. Bir sokak müzisyeni, “İstanbul İstanbul Olalı”yı çalıyordu.  Duyduğum bu güzel şarkıyla benim de İstanbul özlemim yola çıktı.  Herkes İstanbul’un trafiğinden, hayat pahalılığından, kalabalığından, hatta bir deprem bölgesi olmasından dem vururken… Benim içimde bambaşka bir İstanbul var. Kalabalığın arasında kaybolmaktan huzur bulan, bir vapurun arka kısmında martılarla göz göze gelip simidini paylaşan, ada yolculuğunda içi içine sığmayan o Cansu var. Eminönü’nde yediğim o balık ekmeğin tadı hala damağımda. Öyle sıradan bir balık ekmek değildi sanki Ankara'da hiç yememişim gibiydi :)  İçindeki balık değil sadece beni çeken tabi . O anın kokusu, denizin tuzu, kalabalığın uğultusu ve Galata Kulesi’ne uzaktan bakış… İşte hepsi birlikte damakta kalan bir İstanbul lezzeti...  İstanbul’un bendeki yeri çok başka. Nedenini tam olarak bilemesem de huzur buluyoru...

Suuss artık, elalem ne der!

 “ Elalem ne der? ” Belki de çocukluğumuzdan beri kulağımıza fısıldanan, bazen bir nasihat gibi sunulan, bazen açık bir tehdit gibi karşımıza çıkan bu cümle… Farkında olmadan hayatımızın merkezine yerleşiyor. Attığımız her adımı, kurduğumuz hayalleri, almayı düşündüğümüz kararları “elalem ne der?” filtresinden geçiriyoruz. Peki, gerçekten böyle bir hayat yaşanır mı? Daha da önemlisi, yaşadığımız şey gerçekten hayat mı? Bir defa geldiğimiz bu dünyada, başkalarının hakkımızda ne düşüneceğini hesaplayarak, yapmak istediklerimizi hep erteleyerek geçen bir ömrün sonunda elimizde ne kalır? Başkalarının beklentilerine göre şekillenmiş bir hayat, gerçekten bizim hayatımız olabilir mi? Bu sorular insanı daha derin düşünmeye itiyor: Gerçekten özgür müyüz? Özgürlük sadece istediğini yemek, dilediğin kıyafeti giymek ya da rahatça konuşabilmekten mi ibaret? Elbette ki değil. Gerçek özgürlük, zihinsel zincirlerimizi kırmakla başlar. Çoğu zaman farkında bile olmadan üzerimize giydirilen so...

Sinyal Gücü HD :)

 Abiiii yemin ederim, kaliteli insanla vakit geçirmek diye bir şey var bu hayatta. Hem de öyle böyle değil, bambaşka bir şey bu. Seni gerçekten anlayan biriyle sohbet edebilmek , aynı dili konuşmak, aynı duygulara temas edebilmek, aynı şeylere gülüp aynı şeylere üzülmek... Allahııımmm nasıl bir lüksmüş buu.  Biliyor musun, o an yediğin yemeğin bile tadı farklı geliyor insana. Mekân değişmiyor, tabak aynı tabak, ama sohbet değişince her şey başka bir şeye dönüşüyor. O anlarda zaman bile yavaşlıyor sanki. İçten içe “İyi ki” diyorsun, “İyi ki bu insanla veya insanlarla  aynı masaya oturmuşum.” Kaliteli insan demek sadece kültürlü, entelektüel biri demek değil; anlayışlı, dinlemeyi bilen, yargılamadan seni görebilen biri demek. Anlatmaya çalışmadan anlaşılmak... İşte o his, paha biçilemez. Hayatın kalitesini bence bir noktadan sonra sadece kendi başarıların değil, yanındaki insanların varlığı belirliyor. Yanında seni yoran değil, seni tamamlayan insanlar olduğunda hayat b...

Kahveyle başlayan, umutla biten :)

Resim
Günaaydıııınnnlaar efeniiimmm , günaayyydııınnn :) Güne kahveyle başlayan, ama artık yorgunluğunu kahvenin bile alamadığı bir serüvenin içindeyim. Kahveyle aramda oluşan bağ, sigara ya da alkol bağımlılığına benziyor artık. Bu bir istek değil; düpedüz ihtiyaç. Laneet olsunnn :) Eskiden 3'ü 1 arada kahvelere şeker atarak başlardım güne. Bende neymişim be düpedüz şeker içiyormuşum . Şimdi ise sade ve acı kahvenin sıkı bir tiryakisiyim. Damak zevkim mi değişti, yoksa hayat bana kahvenin bile acısını sevdirdi mi, bilmiyorum.  Neyse, sabah sabah bu kadar uzun satırları sadece “kahve bağımlısıyım” demek için yazmadım aslında. Bugün güzel şeylerden konuşmak istiyorum. Biraz umut etmek, bu düzenin bir gün değişeceğine inanmak, yüzüme küçük de olsa bir tebessüm kondurmak istiyorum. Anlık ruh halim de  biraz karışık — tıpkı Spotify listelerim gibi. Bir Tuğkan şarkısı başlıyor o şarkıyı dinlerken hissettiklerimi yaşıyorum tekrardan  sonra  bir Naim Süleymanoğlu filminde yapı...

Issız Bir Karar ...

Resim
Selaaammm, Ben geldim yine. Tarçınlı kek tarifini vermeden çekip giden, çok sevdiği kızı hiçbir açıklama yapmadan ortada bırakan o Alper’i konuşmaya geldim. Hani şu meşhur "Issız Ada" filmindeki Alper. Hatırladınız mı? Hani herkesin “Bu kız bırakılır mı be?” diye ekran başında sinirlendiği, içinden küfrettiği, dışından da “Ukala, aşağılık herif” diye saydırdığı adam. Ben de onlardan biriydim. Alper’e kızdım. Hem de çok. Çünkü seviyordu, bu çok belliydi. Peki seviyorsan neden gidersin? Sevgi karşılıksız mı kalırdı? Yarım bırakılır mıydı? Neden sevdiğini en derin yerinden yaralarsın? Ama işte... Taaa kii... Taaa ki kendim de ona benzeyene kadar. Taaa ki içimde, sadece bana ait bir bahçe kurana kadar. Taaa ki bağlanmaktan korkmanın, birini çok sevip o sevgiyi taşıyamamanın ne demek olduğunu anlayana kadar... O bağın bazen insanı nasıl da boğduğunu, nasıl da yavaşça kendi içine kapattığını hissedene kadar. Bir zamanlar Alper'e kızıyordum. Şimdi... Ben d...

Geçmişe özlem, geleceğe hasret…

Bugün bilgisayardaki eski fotoğraflarımla uzun uzun bakıştık. Her karede bir anı, her karede başka bir Cansu vardı. Her yıl, bir önceki yıldan daha hevesli, daha hayat dolu, küçük şeylerle mutlu olmayı bilen bir Cansu… Gözlerindeki o pırıltıyı gördüm. Ve birden içimden “Heey gidi günleer heey…” dedim. Ardından derin bir iç çekiş… Hani o meşhur video var ya, adam yayında bağırıyor: “Geri verin lan bana kaybolan yıllarımı!” İşte tam da o ses çınladı kulağımda. Gelecek gerçekten daha güzel günleri getirir mi, bilmiyorum. Ama bugün bir kez daha fark ettim: Geçmişin mutluluğunu, saf neşesini ne kadar çok özlemişim. Aslında özlediğim “geçmiş” değil sadece. Ben, yüzü gülen, hayat dolu olan, sevmeyi bilen… Küçücük şeylerle bile mutlu olabilen o eski Cansu’yu özledim. Bu yorgun, içi suskun, aynaya baktığında kendini tanımakta zorlanan Cansu’yu değil… Ben o içi ışık dolu Cansu’yu istiyorum. Onu geri istiyorum. Şimdi Müslüm Gürses’e bağlayıp, “Yıllar utansın!” diye haykırmak geliyor içimden. Düşü...

Bir Pazar Sabahı Hayallerin Peşinde

Bir pazar sabahı yollara düşmüşüm yine, hayallerimin peşinden koşmaya. İlk satırlarımı da bu hayallerin peşinden koştuğum sabahın yollarında, kulağımda Mor ve Ötesi – Bir Derdim Var şarkısıyla atıyorum işte. Koşa koşa yorulan ayaklarım, kalmayan gücümle, uykunun en tatlı saatlerinde kalktım… direniyorum. Bazen insan ne için yola çıktığını unutsa da, o ilk adımı atan kalbin titreyişi her şeyi hatırlatıyor. Bugün de öyle bir sabah. Gözlerim yarı kapalı, bedenim uykuyla savaşıyor ama ruhum uyanık, çünkü bir hayalin peşinden koşuyorum.  Çünkü bir şeyleri değiştirmek, dönüştürmek istiyorum. Hayat bir yolculuk, evet klişe… ama öyle. Ve ben bu yolculukta nereye varacağımı bilmiyorum, ama nereden başladığımı hiç unutmayacağım.